Kuka Koleksiyonu Mehmet Recai Efendi

İçerik: Sanat denilen yüce kavram, elbette hiç bir milletin inhisarında değildir. Ancak milletler bir sanata damgalarını vurdukları nisbette, onun kendi benlikleriyle ilgili olduğunu iddia ve ilan edebilir, hatta cümle aleme kabul ettirebilirler... Aksi takdirde bu gayretleri - iyi veya kötü yöne doğru- taklid seviyesinde kalmağa mahkümdur. Türk hat sanatı denilince, Türklerin İslamiyeti kabul edişlerinden sonra okuma yazma vasıtası olarak seçtikleri Arap asıllı harflerle vücuda getirilen sanat yazıları anlaşılır. Ancak şunu hemen belirtelim ki, Arap harfleri İslamiyetin zuhurundan sonra yavaş yavaş estetik unsurlar kazanarak, bu hal VII. yüzyılın ortalarından itibaren sür'atlenmiş; Türklerin İslam alemine dahil oldukları çağda zaten mühim bir sanat dalı haline gelmişti. Yazı sanatının İslam kaynaklarındaki en özlü tarifi, "Hat, cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendesedir" cümlesi ile yapılmıştır. Hattatlığın icrasında kullanılan belli başlı malzemelerin başında kalem yer alır. Hem musiki aleti (ney), hem de kalem olarak kullanılan kamış, bu kudretiyle İslam ve Doğu aleminin esrarlı havasını aksettiren belki yegane alettir. Sıcak ülkelerin nehir ve göl kenarlarındaki sazlıklardan alınan kamıs. koparıldığı haliyle kelem olma vasfından uzaktır. Sarımsı beyaz renkli olan bu kamışlar kurumaları için, uzvi sıcaklığı daima muhafaza eden gübre içine konulur; burada yavaş yavaş suyunu kaybedip sertlik kazanırlar. Hem Kur'an'ın ilk vahyolunan ayetlerinde (XCVI/3-4) kalemden bahsedilmesi ve bu isimle bir surenin (LXVIII) bulunuşu, hende insanlığa hizmetinden dolayı, eskiden beri baş tacı edilegelen kalem, kullanılmaktan küçülüp de istifade olunamaz hale gelince herhangi bir yere atılmaz; ya yüksek bir dam üstüne fırlatılır veya ayakaltı olmayan bir toprağa saklanırdı. Her kalem açılışında çıkan yongalar da, biriktirilip yine ayakaltı olmayan bir yere gömülürdü. Hayatları boyunca açtıkları kalemlerin yongalarını saklayarak, öldükleri zaman gasil suyunun bu yongalarla ısıtılmasını vasiyet eden hattatlar görülmüştür. (Bu bilgiler; Akbank Kültür ve Sanat Kitapları: 61'den alınmıştır.)
KOLEKSİYON NO: 250/166

Not: Bu eserin kenar bordürleri el çalışması olup, GORBON SERAMİK A.Ş.tarafından gerçekleştirilmiştir. Recai 'nin tuğra şeklindeki, sağ üst yazısı istifli Sülüs, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu beyan eden kısım tuğra yazısıdır. "LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULULLAH SALL'LLAHU ALEYHİ VE SELLEM." Anlamı: Allahtan başka ilah yoktur Muhammed (SAS) Allah'ın resülüdür. Inscription in the form of a tughra by Recai with superimposed Thuluth in the upper right hand corner and the section declaring Muhammed the Prophed of God forming the tughra itself. (There is no God but God and Muhammed is His Prophet.)

Mehmet Recai Efendi (1803-1874) Hicri 1218 yılında İstanbul'da, Sütlüce'de doğdu. Sülüs ve Nesih yazıyı Filibeli Mehmed Efendiden yazdı ve 13 yaşında icazet aldı. Recai Efendi Şair ve edip Recaizade Ekrem Beyin babası, yazar Ercüment EkremTalu'nun dedesidir. Recai Efendi birçok memuriyetlerde bulunduktan sonra H. 1291 tarihinde vefat etti. Eyüp Kabristanına defnolundu. Sabancı Koleksiyonunda Celi Sülüsle istifli olarak yazılmış bir yazısı vardır. Bu eser; Kuka Collection tarafından özgün imal edilmiş olup hakları saklıdır. Kopya edilemez, çoğaltılamaz.

19x19 cm / 60x60 cm